Ana içeriğe atla

A.Ş.K...



aşk;
ki,
ucundan tutanın açılır bahtı
belki de yer ile yeksân olur tahtı
kapısı çalınmaya
hacet olmadan açılır
o her kitaba
birinci emir yazılır
adın kaos olsun mu senin…?
defterimin sol tarafındaki kırmızı çizgiyi hiç ihlal edemedim ben, biliyor musun..?
hiç aykırı sloganlar düşürmedim, duvarların o tahrik eden düzlüğüne…
karanlıkta sıkmadım yumruklarımı, izbe yerlerde fısıldayarak büyüttüğüm öfkem olmadı benim.
hiç bir karanfilin kızıllığını söndürmedim tenimde.
sana dokunabilirmiyim?
içinde kan dolaşan damarların var mı seninde? sahicimisin sen? dokunabilir miyim sana? ziyan aklımı gülüşünle bozabilirmiyim.?
mevsimleri yalan edelim mi?
ilk günahıma senin adını verebilirmiyim?
ıslak bir ihaneti içinde besleyen yaza inat, kışın ortasında sevişelim mi?
güz ki talanın diğer adıdır sevgili
ben hiç dudak kıvrımlarında saklayamadım adını
adın kaos olsun mu senin?
yakan yağmalayan sersemleten çarpan deviren yağan esen
herşey olsun mu adın?
fikrime çelme takan sürmeli gözlerini çek/me yolumdan
ki talan olsun ömrüm
aşkın bir adı da güz olsun
iki gözüm
güz olsun
hass…. hayat gerçek miş..
ve senin bundan haberin vardı…
ne fena,
ne kötü.
ben yanarken seyrettin değil mi..? tükenirken biterken usulca erirken sadece baktın ha..!
hasss….hayat gerçekmiş..
ah
ne fena
ne kötü
sarmanı beklerken yaralarımı,sen bıçakla girdin koynuma.
adın yalan olsun mu senin? ? ?
bu kadar gerçek çok bana.
ben konuşurken arkanı dönüp çıkamazsın,sözüm henüz bitmedi.
sen hiç kendini ısırdın mı? morarttın mı kollarını? diş izlerinden fal baktınmı? şarkılardan bakamazsın çünkü.çünkü şarkılar külliyen yalan hepsi sahtekar
adın yalan olsun mu senin?
ikindi vakitlerinde intihara gebe bir düş olsun mu adın? ?
kırmızısına gir bir gül’ün ben yine kanarım,ben yine aldanırım
bu kadar gerçek kuşatmışken dörtbir yanımı
ben yine sessiz sedasız açarım sana cümle kapılarımı
masumiyetine sarın bir gül’ün
ben yine gelirim yatağının sıcaklığına…
adın nedir…?
katilimin adını yazmam lazım anlamıyormusun,usûldendir bilmiyormusun..
kanım tükeniyor…
acele et…
Gerçek miymiş hayat hakikaten?
Aşk gerçek miymiş
Adın şüphe olsun mu senin?
Varlık yokluk karmaşasında kıvranan ruhuma çakılan çivi olabilir misin?
Sabitleyebilir misin beni gerçeğin öte kıyısına?
Aşk zayıf yerlerimi kollarken en kısa anlarda çarmıhım omzumda düşüyorum kapına.
Sözüm bitmedi…
Sen akşam güneşi gibi ardına bakarak gidemezsin.
Adın terk-i diyar olana kadar dinlemek zorundasın beni
Susuyorum bir gülün dalı sıyrılıyor sıktığım avuçlarımdan sen gibi. Kan sızıyor bahçeme adın talan olsun mu senin? Goncalarım açmadan soluyor.
Bir bülbül canına kıyar kesin.
Özkıyım az gelir suskunluğa.
Adın sus olsun mu senin?
direnmeden anaforlarında kaybolmalımıyım? bu şehrin sakinleri gibi sakince uysalca ölmelimiyim? nedir esas eziyet sana direnmek mi yoksa vazgeçip direnmekten bütünleşmek mi seninle?
adın girdap olsun mu senin?
bakma böyle sessiz sakin durduğuma korkum senden değil senden var ya en ufak korkum varsa namerdim tek korkum latince saçmalıklar takmaları uyumsuzluğuma anti sosyal davranış bozuklukların dışına taşan isimler uydurmaları...
nefret ediyorum latinceden bir küfür gibi geliyor kulağıma;
afaroz dağlarının en yüksek rakımına oturup diğer dillere tepeden bakmasını hazmedemiyorum o şerefsizlerin çoğunun...
sus/ma…! / ikinci yaratığa /
burada, işte tam da burada ‘tamam abi sen haklısın demelisin’ ve usulca kapatmalısın perdeni tüm çirkinliklerin üzerine sana ait olanlarıda dışarıda bırakarak.O salak yaşantını o pespaye o uyduruk aile düzenini korumak adına ve sıkı sıkıya tembihleyerek çocuklarına ‘aman bulaşmayın deli cama taş maş atar’ demelisin. Burada bilmeden beklediğim istediğim teşhisi yaparak beni deliliğimle başbaşa bırakarak dalmalısın televizyonunun iğrenç dünyasına..
bayım… hey bayım…! /dördüncü yaratığa/
aşk direnmektir, bunu öğrendik bayım; bunu kötü öğrendik hemde ne bedeller ödedik tahmin bile edemezsin…
en iyi biz sevişiriz bizi aşka; seviye, kültür, fantazi katma derdinde olan papyonlu piçlerle karıştırma bizim partnerimiz hayatın ta kendisiydi ah ne bedeller ödedik bilemezsin.
siz de ödeyeceksiniz bayım../üçüncü yaratığa /
çamurlu ayaklarımızla bilmem kaç metrekarelik salonunuzda kanlarımızla döşediğiniz goblen halılarınızn üstünde dikildiğimizde siz de anlayacaksınız, saten yastıklara yavşakça ilişen köpeğinize havlamasını öğretmenizi tavsiye ederim bayım…
siz de ödeyeceksiniz… sitelerinizi bastığımızda arsız gülüşlerimizden tanıyacaksınız bizi havuzlarınıza işedikten sonra çalacağız kapınızı, biz savaşımızı kazanmak üzerine kurgulamadık bunu bilin bunu aklınızın bir köşesine kazıyın çapulcuların kazanacağı ne olabilir ki? ? ?
susma zamanı….
tıp dili latinceden kurtuluncaya kadar…
ya da yıkılan konaklarınızın ateşinde yakana dek sigaramızı…
adın girdap olsun senin…
ne kadar ucuz ne kadar pespaye aşkların gölgesinde kavruluyoruz,dişlerimizi sıkarak görmezden geliyoruz,susuyoruz,sıra bize geliyor…
posterleri,duvarları boydan boya süsleyen geri zekalı şarkıcı taifelerinin aşkı süslüyor aptal kızların rüyalarını ve ergenliğe yeni adım atmış yeni yetmelerin salyalarla örülü düşlerini….
affet bizi affet aşk…
gecenin ve kalemin hatırına affet…
konserlerde bedenlere atılan,üç beş gün yıkamamakla sınırlı kalacak,bedensel hazlarla desteklenecek o değeri üç kuruş etmez artist güruhunun imzalarıyla kahrolma..
elbet bir gün diyerek..
affet bizi affet aşk..
gül’ün ve gözyaşının hatırına affet
Birazdan giderim
Başlamış ve bitmiş hikayatlara inat rezil aşkların manzumesinden sıyrılarak yüreğimde sancıyla.
Aşk nasıl olsa birazdan; ben yalan oldum diyecek….
Biliyorum heves bittiğinde ne Ayşe Ali’yi ne de Ali Ayşe’yi herşeyin yerine koyacak.
birazdan delireceğim
ki;
delirmezsem,çıldırmazsam mümkünü yok kurtuluşumun, hem de; yolda kendi kendime konuşmalarımın ötesine geçmeli deliliğim.paranoyak bir kimliği sırtlayıp düşmeliyim caddelere üstümü başımı yırtmalıyım yoksa tepedeki mustatil cinnete nasıl dayanırım..
birazdan düşeceğim kapına; cansız mecalsiz..
bu insanları; ne zaman, nasıl delirtmişse o yağmurlar bende bulmalıyım yoksa kendimi vuracağım, yoksa düşeceğim bu şehrin orta yerine, göç yollarını kaybetmiş kuşlar gibi yorgun kanatlarımla..
yoksa aklım ağzında kalacak, yoksa saçların düşecek rüyalarıma yoksa herkesi vuracağım…
ve kimse bilmeyecek aşkın böyle de yaşandığını...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR GÖLGE OLSANIZ; NEYİN GÖLGESİ OLUR, NEYİN ÜZERİNE DÜŞMEK İSTERDİNİZ?

Sorduğum tek soru bu idi. Binlerce kilometre, onlarca yıl sonra vardığımız gezegende karşılaştığımız yaşam formundan dudakları aralanmadan aldığım cevap: Kişisel olacak söylediklerim ve hatta hiç değerlendirmeye bile almayacaksınız diyeceklerimi. olmuş devamında da bende şok etkisi yaratan bir diyaloğa girmiştik bizden görünüş itibarı ile bir farkı olmayan aksine dünyanın kavurucu iklimine karşı oluşturmaya çabaladığımız korunaklı herhangi bir şehrinde kalabalığın arasına çok kolay karışabilecek görünüşe sahip yaşam formu ile. –konuşmayı yazıya dökerken kendime not> yaşam formu yerine bundan sonra Evrenin Bilinci demem daha doğru olacak sanırım.      Sizler, o mavi gezegende yaşayan akıllı varlıklar ki bazı hayvan formları siz insanoğlunun kimi örneklerinden daha akıllı durmaktalar; “ Dünya ” adını verdiğiniz o güzel gezegeni hak ettiğinizi düşünüyor musunuz? Kendisine yaptığınız tüm işkenceye rağmen halen daha size barınak olan Dünyayı hak edecek neler yapıyorsunuz?

Devil Cry

Dilim damağıma yapışmış bir halde uyanıyorum. Dışarısı aydınlık, gözüm saate takılıyor her zamanki gibi akreple yelkovan hareketsizler. Yataktan kalkıyorum aynanın önüne geçiyorum suretim bana ait değil. Pencereden bakıyorum tüm hayat olanca hızıyla devam ediyor. Öğrenciler okullarında, ebeveynleri evlerinde ya da işyerlerinde. Aşıklar parklarda, sahil boylarında veya bir sinemanın salonunda dışarıdaki boğucu havadan uzakta. Herkes, her şey tüm kâinat olması gerektiği yerde; ben hariç. Zihnim dalıp gidiyor, bu gezegene sürüldüğüm zamana. Oysa o zamana kadar ne kadar da kudretli idim. Ta ki O âdemoğlunu yaratana kadar…   Daha dün gibi; dünya denilen gezegen yaratılmış, yaşam tüm canlılığıyla çağlayan misali bu yeni gezegende çağıldıyorlardı. Bizler istediğimiz gibi cennetin küçük kopyası olan bu gezegene gelebiliyorduk. Sadece dilememiz yeterli oluyordu. İnsan denilen bir tür daha yaratılmıştı ama bizden farklı olduğu için cennette O’nun yakınında ve gözetiminde tutuluyorlardı. Bizleri

Kazanımlar kayıplara meydan vermemelidir

Belirsiz bir zaman dilimi. Ülke: Türkiye, Yer: Eski başkent Ankara’da bir tv kanalı ve o kanalda yayınlanan ve “enva-i akval” isimli bir tartışma programı. Konuklar: Harem ve selamlık düzende oturan insanlar ve rejimi onların yıkıcı hareketlerinden, fikirlerinden korumak amacıyla kurulmuş kolluk kuvvetleri. Programın sunumunu ve konukların yargılamasını ekranların en popüler siması abdûlmuttalîp hoca efendi (!) yapmakta. Abdûlmuttalîp hoca efendi aynı zamanda sık sık ağlamasıyla da meşhur bir zat. Peki, neler dile getirilmekte programda? Konuşulanlara kulak verelim isterseniz: — Günahkârların yıkılmamış son eserlerini yıkmak amacı ile ekibimle beraber kafirtepede dolanırken o uğursuz mekâna girdiğimi hatırlıyorum. Bunu neden yaptığımı bilemiyorum neticede bu işi yapabilecek robot srn6 varken hem kendimi hem de ekibimi tehlikeye atıyordum. Kafam karışık bir halde bende mi bir gariplik var yoksa bulunduğum yerde mi karar vermek zor diye dolanırken anlatacağım olaylar meydana geldi. As