Ana içeriğe atla

Limping Man 2

Yaşam sevincinden öte bir duygu var bildiğim,
O da kin...

-Sessizlik-

         Kadehleri yuvarladım ardı ardına, bir yandan sabah olmuş, gün doğmuş heryerim donmuş. Yüreğimde bir soğukluk var uyandığımdan beri. Ve gece gördüklerimin rüya mı, sarhoş kafa ile uyanık halde görülen bir karabasan mı yoksa bir halüsinasyon mu değil mi olduğunu bilemiyorum. O adam geliyor iğrenç sesiyle aklıma. Ve de sözleri, ne demişti: “Ne yaparsan yap kaderinden kurtulamazsın”

         Kanepeden kayarak kendimi yere atıyorum, sanki üzerimden bir tank filosu geçmiş gibi ezilmiş hissediyorum kendimi. Önce ezilmiş sonra da sayısı milyonları bulan mızraklar tarafından delik deşik edilmişim. Su içsem kevgir misali her yerimden akıp gidecek. Duşa girip sonuna kadar açıyorum soğuk suyu. Bedenime değen ilk su damlasıyla algılarımın kapısı ardına kadar açılıyor. Örümcek hislerine sahip Peter Parker'dan farkım kalmıyor. En ufak bir kıpırtıyı, havadaki en ufak değişimi hissedebilir hale geliyorum. İşimi bitirip giyinerek sokağa atıyorum kendimi. Evde kalamıyorum duvarlar üzerime üzerime geliyor. Kıştan önceki son güzel havaların tadını çıkartmak adına dolaşıyorum ne yaptığımı bilmeden. Bilmediğim yollar, sokaklar kazan ben kepçe misali takılıyorum. Adımlarım 5 metrelik duvarlar tarafından sarmalanmış eski bir binaya taşıyor beni. Binanın nis içine yerleştirilmiş ve bezemeli bir söve ile çevrelenmiş koyu mavi renge sahip demirden kapısı tanık olduğu koca bir yüzyılın getirdiği azametle karşımda durmakta. Kapıyı çalmak için elimi uzattığımda el şekline sahip kapı tokmağından elime bir sıcaklık yayılıyor. Dış şartların yıprattığı tokmağı tiz gıcırtılar içerisinde bir iki kez kapıya vurduktan sonra ana kapı içerisine saklanmış yavru bir kanat usulca açılıyor. Kapıyı açan O. Güzelyalı sahilindeki kazadan, alsancak'ta işçiler temizleme asansöründen aşağı uçtuktan, en nihayetinde de anlam veremediğim ve adlandıramadığım o halüsinatif rüyadan sonra bir anda yanımda biten aksak adam bu. “Gel” diyor, “gel, ben de seni bekliyordum epeydir”. Eşikten adımımı attığım anda kendimi şehir içerisinde yaratılmış bir cennette buluyorum. Her yerde açmış renk renk güllerin yaydığı baş döndürücü güzellikteki kokulara 2 katlı evin dış duvarını destek alarak bina boyunca büyümüş yasemin ve hanımellerinin kokusu eşlik ediyor. “Burası nasıl bir yer? Hem sen kimsin her faciadan sonra karşıma çıkıyorsun?” diyerek soruları ardı ardına sıralıyorum. Cevap gecikmiyor: “Hele otur, bir soluklan genç adam. Elbette sorularının cevabını alacaksın ama önce bir sakinleş ve rahat bir yere otur” diyor ağır aksak bir şekilde bahçeden evin 1. katına ulaşan mermer merdivenleri çıkarken. Evin kapısını ardına kadar açıyor, kapı tokmağındaki sıcaklık ruhuma sirayet ediyor. Yavaş ve ürkek adımlarla eve giriyorum. Kapı direkt olarak salona açılıyor, ardında üst kata çıkan bir merdivenin olduğunu tahmin ettiğim bir kapı salonun sonunda yer almakta. Girişte öylece duruyorum sırtım kapıya dönük. Solumda tüylerimi diken diken eden soğuk yayan 2 kapı, sağımda da burcu burcu terlememi sağlayan 2 kapı daha yer alıyor. “Soğuktan donarken yanmak bu olsa gerek” diyorum. Aksak adam önde ben arkada salonun sonundaki kapıyı açarak üst kata çıkıyoruz. 16 basamaklı ve destek olarak çıkış yönümüze göre sol tarafta yeralan 10 cm çapında olduğunu tahmin ettiğim keten bir halatın desteklediği ahşap merdiven üst kat yolculuğumuzun hizmetkârı oluyor. Üst kat alt katın aynısı ortada bir salon ve etrafında odalar. Tek farkı ise odalardan ne sıcak ne de soğuk esinti geliyor. İçeride tarifi mümkün olmayan bir hava var, insan bir an yaşama sevinciyle dolup taşarken hemen akabinde de hüngür hüngür ağlamak istiyor. Bu evde ne olup bittiğini bilmiyorum ama insanın ruh halini değiştirdiği aşikâr. Aksak adam bir koltuk işaret ediyor. Yavaşça kendimi bırakıyorum koltuğa. Koltuk o kadar rahat ki oturur oturmaz üzerime bir rehavet çöküyor. Uyumamaya çalışmama rağmen uykuya daldığımı hissediyorum.
        
         Gözlerimi korkarak açtığımda yine o manzarayla karşılaşıyorum: Kırmızı ve tonlarına sahip olan sokaktaki kalabalıktan havadaki uçan kargalara kadar her şeyin kırmızı olduğu o dünyaya uyanıyorum. Sağımda bir karaltı belirmesiyle o tarafa dönmem aynı anda gerçekleşiyor. Aksak adam burada da yanımda. Ellerini omzuma koyuyor gözlerimin içerisine bakarak “Burası -araf- evlat, buradakilerin gözcüsü, sözcüsü kısacası her şekilde dünya ile iletişime geçebilmelerini sağlayacak tek varlık ben(d)im” diyor. “Hatırlarsan geldiğinde sana epeydir seni bekliyorum demiştim. Sebebi ise yaklaşık ikiyüzküsur seneden beri ifa ettiğim bu görevi sana devredecek olmam.” “Sen doğmadan önce hatta annen, baban doğmadan önce kaderin yazılmıştı. Kendi kendine soruyorsun biliyorum, niye ben diye ama kaderden kaçabilirmisin ki? Kainat bile kaçamazken kaderinden sen nasıl kaçabileceğini sanarsın ki? Bir de eminim neden bu adamın nefesi bu kadar kötü kokuyor diyorsun. E tabiî insan araf’ın havasını solurken nefesinin misk-i amber kokmasını bekleyemez, beklememeli de. Neyse tek bir ses çıkarmadan beni dinle. Bu görevi 2S kuralı gereğince kabul edeceksin: Ya seve seve yada anladın ne demek istediğimi. Bu konuşma burada biter ve ben çekip giderim.” Aksak adamla aramda geçen son sohbet duyduğum bu sözlerle bitiyor.

-Sonrası-
         Teoman’ın evine telefon eden arkadaşları ondan cevap alamayıp polis eşliğinde evine gittiklerinde arkadaşlarının salondaki kanepede kendinden geçmiş bir halde yattığını görüp en yakın hastaneye kaldırdılar. Teoman’ın gece aldığı ilaçların üzerine içmiş olduğu alkolün onu komaya soktuğu teşhisini koyan doktorlar O’nu yoğun bakım ünitesinde tedavi aldıklarında Minneapolis’teki bir hastanede 24 yıldan beri yoğun bakımda koma halinde yatmakta olan yaşlı bir adam da son nefesini veriyordu.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR GÖLGE OLSANIZ; NEYİN GÖLGESİ OLUR, NEYİN ÜZERİNE DÜŞMEK İSTERDİNİZ?

Sorduğum tek soru bu idi. Binlerce kilometre, onlarca yıl sonra vardığımız gezegende karşılaştığımız yaşam formundan dudakları aralanmadan aldığım cevap: Kişisel olacak söylediklerim ve hatta hiç değerlendirmeye bile almayacaksınız diyeceklerimi. olmuş devamında da bende şok etkisi yaratan bir diyaloğa girmiştik bizden görünüş itibarı ile bir farkı olmayan aksine dünyanın kavurucu iklimine karşı oluşturmaya çabaladığımız korunaklı herhangi bir şehrinde kalabalığın arasına çok kolay karışabilecek görünüşe sahip yaşam formu ile. –konuşmayı yazıya dökerken kendime not> yaşam formu yerine bundan sonra Evrenin Bilinci demem daha doğru olacak sanırım.      Sizler, o mavi gezegende yaşayan akıllı varlıklar ki bazı hayvan formları siz insanoğlunun kimi örneklerinden daha akıllı durmaktalar; “ Dünya ” adını verdiğiniz o güzel gezegeni hak ettiğinizi düşünüyor musunuz? Kendisine yaptığınız tüm işkenceye rağmen halen daha size barınak olan Dünyayı hak edecek neler yapıyorsunuz?

Devil Cry

Dilim damağıma yapışmış bir halde uyanıyorum. Dışarısı aydınlık, gözüm saate takılıyor her zamanki gibi akreple yelkovan hareketsizler. Yataktan kalkıyorum aynanın önüne geçiyorum suretim bana ait değil. Pencereden bakıyorum tüm hayat olanca hızıyla devam ediyor. Öğrenciler okullarında, ebeveynleri evlerinde ya da işyerlerinde. Aşıklar parklarda, sahil boylarında veya bir sinemanın salonunda dışarıdaki boğucu havadan uzakta. Herkes, her şey tüm kâinat olması gerektiği yerde; ben hariç. Zihnim dalıp gidiyor, bu gezegene sürüldüğüm zamana. Oysa o zamana kadar ne kadar da kudretli idim. Ta ki O âdemoğlunu yaratana kadar…   Daha dün gibi; dünya denilen gezegen yaratılmış, yaşam tüm canlılığıyla çağlayan misali bu yeni gezegende çağıldıyorlardı. Bizler istediğimiz gibi cennetin küçük kopyası olan bu gezegene gelebiliyorduk. Sadece dilememiz yeterli oluyordu. İnsan denilen bir tür daha yaratılmıştı ama bizden farklı olduğu için cennette O’nun yakınında ve gözetiminde tutuluyorlardı. Bizleri

Kazanımlar kayıplara meydan vermemelidir

Belirsiz bir zaman dilimi. Ülke: Türkiye, Yer: Eski başkent Ankara’da bir tv kanalı ve o kanalda yayınlanan ve “enva-i akval” isimli bir tartışma programı. Konuklar: Harem ve selamlık düzende oturan insanlar ve rejimi onların yıkıcı hareketlerinden, fikirlerinden korumak amacıyla kurulmuş kolluk kuvvetleri. Programın sunumunu ve konukların yargılamasını ekranların en popüler siması abdûlmuttalîp hoca efendi (!) yapmakta. Abdûlmuttalîp hoca efendi aynı zamanda sık sık ağlamasıyla da meşhur bir zat. Peki, neler dile getirilmekte programda? Konuşulanlara kulak verelim isterseniz: — Günahkârların yıkılmamış son eserlerini yıkmak amacı ile ekibimle beraber kafirtepede dolanırken o uğursuz mekâna girdiğimi hatırlıyorum. Bunu neden yaptığımı bilemiyorum neticede bu işi yapabilecek robot srn6 varken hem kendimi hem de ekibimi tehlikeye atıyordum. Kafam karışık bir halde bende mi bir gariplik var yoksa bulunduğum yerde mi karar vermek zor diye dolanırken anlatacağım olaylar meydana geldi. As