Ana içeriğe atla

Üç Nokta

Son kontrollerimi yaparak çıkmaya hazırlandım. Ama yine de bir bakınayım bakalım aynada halime. Eveeet tıraşım tamam, aftershave’i de sürdüm. Neredeyse parfümün yarısını da boca ettim üstüme. Eksik bir şey yok. Tek eksiğim şu sevimli Mini Cooper’ım. Bendeki 77 model, birazcık para bulabilsem bankadakini de ekleyip şöyle 2004 model bir Mini alabilirim belki. Aman olsun neticede bu aracı arayıp bulamayanlar da var. Neyse fazla oyalanmadan hemen yola koyulayım. Ne de olsa hatunu 10 dk. kadar beklettim gidene kadar da biraz daha beklemiş olacak. Yola koyuluyorum Allahtan bu gün hafta sonu olduğundan yollar bomboş. Sokağa giriyorum da biraz garip bir giriş oluyor bu dünya sanki bir anda aracımın etrafında dönmeye başlıyor. Ve sonra onu görüyorum… KARANLIK

İnanamıyorum Musa’ya ya. Meğer beni sevmiyormuş, meğer bana âşık değilmiş ve meğer Musa sadece görüntüde erkekmiş. Tüm olanları hatırlıyorum da bu sabah erkenden kalkmış ve doğruca Musa’ma gitmiştim. Amacım bize güzel bir kahvaltı hazırlamak ve belki de bir türlü gidemediğim o kutsal yere gidebilmekti. İşte eve geldim, kapıyı yavaşça açıyorum ve doğruca Musa’mın o kutsal odasına gidiyorum. O yakışıklı sevgilimin tek başına yattığı çift kişilik yatağın bulunduğu yatak odasına gidiyorum. Eğer uyuyorsa sessizce mutfağa süzüleceğim kahvaltıyı hazırlayacağım ve sevgilime sunacağım öpücüklerle haber vereceğim kahvaltıyı. Eğer şansım varsa da belki kahvaltı öncesi birkaç saat sevişebiliriz belki. Belki diyorum çünkü çıkmaya başladığımız 8 aydan bu yana hiçbir şekilde sevişemedik. Onu arzuladığımı belli ettiğim ya da açık açık söylediğim zamanlarda bile yaptığı tek şey göğüslerimi sıkmak ve kadınlığımı okşamaktan başka bir şey değil. Anlayamıyorum nesi var sevgilimin. Ama kesin kararlıyım bu gün Musa’ma olan hasretim, O’na susamışlığım son bulacak. Kapıyı açıyorum ve beynimden vuruluyorum. Musa benim bir kez olsun bile yatamadığım o yatakta benim için kutsal olan o yatakta en yakın arkadaşımızla İsa ile birlikte çırılçıplaklar ve en iğrenci de 69 yapıyorlar. O kadar kendilerinden geçmişler ki çığlıklarımı ancak fark ediyorlar. İsa pişkin pişkin sırıtarak “yavru kuşum o sana değil bana âşık. Sen sadece görünüşü kurtaran bir dekorsun diyor”. Musa’ya dik dik bakarak doğru mu bu diye soruyorum. “Evet” diyor dudağındaki çarpık gülümseme ile. Bu gülümseme ancak bulunduğu durumdan çok zevk aldığında ortaya çıkıyor ve ben bunu görünce daha da sinirleniyorum. Ağzıma gelen tüm küfürleri saydırıyorum O’na. Sessizce dinliyor ve “bitti mi” diye soruyor. “Eğer bittiyse bir zahmet evden çık ve bizi rahat bırak gördüğün gibi önemli bir işimiz yarım kaldı; ha bir de çıkarken kapıyı kilitleyiver. Ben senden bir şekilde anahtarları aldırırım”. Bu küstahlığı önceki sevgilim Murat bile yapmamıştı bana. Kapıyı hışımla çarparak evden sokağa atıyorum kendimi. Bir yandan ağlıyor bir yandan da bildiğim bütün küfürleri Musa’ya sıralarken o arabayı görüyorum... KAN KIRMIZISI

Anneme arkadaşlarla internet café’ye gideceğimi söyledim ve ok gibi fırladım. Arkadaşlarım Fırat ve Metin bekliyordu çünkü. Hep beraber Metin2’yi oynayacaktık caféde. Okula başladığımızda oluşturduğumuz bir topluluğumuz vardı ve biz bu topluluğun başkanları idik. Şimdi tipime bakıp da 9 yaşında çocuk nasıl başkanlık yapar demeyin. Eğer başkanlık yapamayacaksak peki sorarım size ey büyükler okullarda neden sınıf başkanlığı seçimi yapıyorsunuz? Böyle yaparak gayet iyi geçindiğimiz arkadaşlarımızla aramızı bozduğunuzun farkında değil misiniz? Neyse arkadaşlarla internete giderken sokakta o ablayı gördüm. Gözleri o kadar mavi, saçları simsiyah kadife gibi o kadar parlıyor, o bembeyaz yüzü ise ağlamaktan o kadar kızarmıştı ki içinde olduğu durumu düşünmeden ve O’nu kimin ağlattığını merak etmeden duramamıştım. Hayran hayran ağzım beş karış açık bir şekilde O’na bakarken sokağa hışımla dalan o kırmızı arabayı gördüm. Gırtlağımda kilitli kalmış bir ses çıkmaya çabalıyor ama çıkamıyordu. Sonrasında ise gökyüzünden salına salına şu ana kadar gördüklerimin içerisinde eşi ve benzeri olmayan bir tüy ayaklarımın dibine düşüyordu... AYDINLIK


- Oturduğum yerden Erkan’ın süslenip püslenmesini izledim buruk bir gülümsemeyle. Kapıyı alelacele kapatıp arabasına atladığı gibi yola koyuldu. Çok hızlı kullanıyordu arabasını ve ben bu yüzden yanımda oturan kardeşime kızgın bir bakış attım. “Yine” dedim “birilerinin başını yakacaksın”. Sonra Erkan’ın kız arkadaşının olduğu sokağa yöneldik. Tam Erkan’ın kız arkadaşının olduğu eve girecektim ki komşu apartmandan kızgınlıkla çıkan Şevval’e takıldı gözlerim. Kızgınlığının nedenini biliyordum; Musa ile İsa’yı yatakta sevişirlerken yakalamıştı çünkü. Şevval’in arkasından bakakalan Orkun’u ise içim burularak izledim. Başına geleceklerden habersiz o kadar masum bir tavrı vardı ki… Ve derken Erkan aracıyla son sürat sokağa daldı. Direksiyonun hâkimiyetini kaybetmiş, olanca hızı ile önce Şevval’e sonrasında da Orkun’a çarpmış ve çarptığı yerdeki doğal gaz bağlantısını havaya uçurmuştu. Çarpışmadan önce Orkun’un acısız bir ölüme gitmesini sağlamak ve dikkatini başka bir şeyin üstünde yoğunlaştırabilmesini sağlayabilmek için O’na bir tüy gönderebilmiştim. Yapabildiğim sadece buydu. Kardeşime kızsam bile elimden gelen başka bir şey yok. Neticede yaptığı tüm bu şeyler O’nun görevi…

- İzninle ağabey ben de bir şeyler söylemek istiyorum.

- Tabii söz senin…

- Öncelikle yaptıklarımı anlatanın ağabeyim Mikail olduğunu açıklayayım. Ve bendeniz de tahmin edebileceğiniz gibi Azrail’im. Lafı fazla uzatmanın âlemi yok:

- Sıranın size nasıl geleceğini bilemezsiniz; iyisi mi siz hayatınızı dolu dolu ve layığıyla yaşayın.

- Selâmetle


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR GÖLGE OLSANIZ; NEYİN GÖLGESİ OLUR, NEYİN ÜZERİNE DÜŞMEK İSTERDİNİZ?

Sorduğum tek soru bu idi. Binlerce kilometre, onlarca yıl sonra vardığımız gezegende karşılaştığımız yaşam formundan dudakları aralanmadan aldığım cevap: Kişisel olacak söylediklerim ve hatta hiç değerlendirmeye bile almayacaksınız diyeceklerimi. olmuş devamında da bende şok etkisi yaratan bir diyaloğa girmiştik bizden görünüş itibarı ile bir farkı olmayan aksine dünyanın kavurucu iklimine karşı oluşturmaya çabaladığımız korunaklı herhangi bir şehrinde kalabalığın arasına çok kolay karışabilecek görünüşe sahip yaşam formu ile. –konuşmayı yazıya dökerken kendime not> yaşam formu yerine bundan sonra Evrenin Bilinci demem daha doğru olacak sanırım.      Sizler, o mavi gezegende yaşayan akıllı varlıklar ki bazı hayvan formları siz insanoğlunun kimi örneklerinden daha akıllı durmaktalar; “ Dünya ” adını verdiğiniz o güzel gezegeni hak ettiğinizi düşünüyor musunuz? Kendisine yaptığınız tüm işkenceye rağmen halen daha size barınak olan Dünyayı hak edecek neler yapıyorsunuz?

Devil Cry

Dilim damağıma yapışmış bir halde uyanıyorum. Dışarısı aydınlık, gözüm saate takılıyor her zamanki gibi akreple yelkovan hareketsizler. Yataktan kalkıyorum aynanın önüne geçiyorum suretim bana ait değil. Pencereden bakıyorum tüm hayat olanca hızıyla devam ediyor. Öğrenciler okullarında, ebeveynleri evlerinde ya da işyerlerinde. Aşıklar parklarda, sahil boylarında veya bir sinemanın salonunda dışarıdaki boğucu havadan uzakta. Herkes, her şey tüm kâinat olması gerektiği yerde; ben hariç. Zihnim dalıp gidiyor, bu gezegene sürüldüğüm zamana. Oysa o zamana kadar ne kadar da kudretli idim. Ta ki O âdemoğlunu yaratana kadar…   Daha dün gibi; dünya denilen gezegen yaratılmış, yaşam tüm canlılığıyla çağlayan misali bu yeni gezegende çağıldıyorlardı. Bizler istediğimiz gibi cennetin küçük kopyası olan bu gezegene gelebiliyorduk. Sadece dilememiz yeterli oluyordu. İnsan denilen bir tür daha yaratılmıştı ama bizden farklı olduğu için cennette O’nun yakınında ve gözetiminde tutuluyorlardı. Bizleri

Kazanımlar kayıplara meydan vermemelidir

Belirsiz bir zaman dilimi. Ülke: Türkiye, Yer: Eski başkent Ankara’da bir tv kanalı ve o kanalda yayınlanan ve “enva-i akval” isimli bir tartışma programı. Konuklar: Harem ve selamlık düzende oturan insanlar ve rejimi onların yıkıcı hareketlerinden, fikirlerinden korumak amacıyla kurulmuş kolluk kuvvetleri. Programın sunumunu ve konukların yargılamasını ekranların en popüler siması abdûlmuttalîp hoca efendi (!) yapmakta. Abdûlmuttalîp hoca efendi aynı zamanda sık sık ağlamasıyla da meşhur bir zat. Peki, neler dile getirilmekte programda? Konuşulanlara kulak verelim isterseniz: — Günahkârların yıkılmamış son eserlerini yıkmak amacı ile ekibimle beraber kafirtepede dolanırken o uğursuz mekâna girdiğimi hatırlıyorum. Bunu neden yaptığımı bilemiyorum neticede bu işi yapabilecek robot srn6 varken hem kendimi hem de ekibimi tehlikeye atıyordum. Kafam karışık bir halde bende mi bir gariplik var yoksa bulunduğum yerde mi karar vermek zor diye dolanırken anlatacağım olaylar meydana geldi. As