Ana içeriğe atla

Killers Company V2.0

İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze; bundandır böyle dibe vuruşumuz Timur’un soğuk cesedini olay yerinden kaldırmaya gelen ali tıp görevlilerinin amiri bir çırpıda söylemişti cesedi gördüğünde. Belki de 25’ine bile gelmemiştir diye söylenerek ceset torbasının fermuarını kapatırken simsiyah olmasına rağmen kanatları ve gövdesi arasında neft-i yeşil ve gece mavisi renklerinin misafir olduğu bir karga köprü ayaklarının üzerinde yastaymışçasına ağıt yakıyordu. Tüylerinin ürperdiğini hisseden görevli alelacele işini bitirmiş ve arkasında Timur’un kanından bir göl ve olay yeri inceleme ekibini bırakarak cesedi adli tıp morguna götürmek üzere yola çıkmıştı… Ceset Adli Tıp Morgunda Otopsiye hazırlanmış ve zaten yarılmış olan Timur’un karnındaki yara göğüs kafesinden yukarı çift açı olacak büyütülmüştü. Operatörün gözlüklerinden Timur’un bisturi tarafından kesilen vücudunun görüntüsü herhangi bir korku filminin fragmanında kullanılabilirdi.
Timur dilini yutmuş bir şekilde vücudunun kesilmesini izliyordu. Otopsiyi durdurmak istiyor ama bir türlü beceremiyordu. Neticede onu öldükten sonra diriltebilecek bir gücü yoktu. Yada en azından O öyle sanıyordu: Timur’un cesedi götürülürken ağıt yakan karga şimdi O’nun omzunda idi.
Biliyor musun ? diye sordu Timur’a; Ömür vakitsiz bir şekilde çalınırsa ne olur biliyor musun?
Timur:
Bilmiyorum, ben sadece vakitsiz kayıpların önüne geçmeyi biliyorum sadece. Çalınan ömürleri ben denetliyorum daha doğrusu doğayı ve belki de kaderi. Ve istediğime de son bir şans veriyorum O’nun izni ile.
Tüm bunları söylerken de insan suretine bürünüyordu karga sırtında bir çift kanadı ellerinde de birer kılıç bulunan insan görünümlü bir meleğe dönüşmüştü en sonunda. Timur, demek ki doğruymuş diye düşündü; demek ki Mikail zor anlarda yardıma geliyormuş…
Burada sessiz düşünemezsin hele ben yanında iken düşüncelerinin sana ait olması gibi bir lüks asla yok ve evet haklısın dedi karga; sana yardıma geldim. Sende olan özellikler O’nun dünyaya bir hediyesi ve özelliklerin dolayısıyla da sorumlulukların 1 tane daha arttı. Bundan sonra ölürsen _gerçek dünyadır kastım ne demek istediğimi anladın sanırım_ tekrar dirileceksin. Ve eğer ölümüne Şeytan’a uyanlar sebep oldularsa da dilediğini yapmakta serbestsin.
İntikam değil mi bu diye sordu Timur Mikail’e. Mikail’in cevabı ortaya çıkışı kadar çok ilginçti: Şeytanla bir savaştayız ve biliyorsun ki her savaşta klasik olanın dışında bir de kirli savaş vardır. Ve sen de bu kirli savaşta en başından beri yanımızdasın. Daha detaylı açıklamama gerek var mı bilmiyorum ama ne demek istediğimi sen çok iyi anladın sanırım…
Timur o anda anlamıştı kendisine bu özelliklerin neden verildiğini. Ama diyecek oldu Mikail susturdu, Gel dedi daha alınacak çok yolumuz var… Sözünü bitiren melek elindeki kılıçları bir çırpıda Timur’un boynunu uçurmak için kullanmış ve başı bedenden ayırmıştı. Timur ne olduğunu anlamadan o ana kadar görüp görebileceği en güzel renklerinden oluşan bir tünele girmişti. Ve bu tünelinde adresi doğruca vücudu idi. Tünel vücuduna giriyor ve otopsisi bitip dikilmiş olan vücudundaki tüm yara izleri yavaş yavaş iyileşiyordu. Son yara da iyileşince Timur su altında 5 dk kalmış bir ademoğlunun su üzerine çıktığında verdiği tepki ile hayata dönüyordu.
Tek bir fark vardı ölüme yaptığı yolculuktan dönen Timur’da: Gözlerinde tarihin o ana kadar görebileceği en delice ve en karanlık intikam ateşi yanmakta idi…
Ciwan kendine geldiğinde ellerinin, ayaklarının ve tüm vücudunun bağlı olduğunu fark etmişti. Bir gariplik vardı durumunda, başı tüm vücudunu görebilecek pozisyonda duruyordu. Bilinci yerinde olmasına rağmen etrafında neler olduğunu kestiremiyordu. Gözleri yavaş yavaş karanlığa alıştığında kardeşlerinin kafalarını yattığı yerin sağında ve solunda olduğunu görmüştü. Kanını donduran esas görüntü ise görüş açısının sonunda yer almakta idi: Başları olmayan gövdeler tepeden kurbanlık koyun gibi sarkıyordu. Gövdeleri boydan boya açılmış ve iç organları dışarı çıkarılmıştı. Sessizliği motorlu testerenin çığlıkları alt üst etmişti. Timur elinde testeresi ve yüzünde bir insanda bulunması imkansız bir ifade ile ona yaklaşıyordu. Bağırmak istemiş ama sesi de kanı gibi donmuştu.
Timur elindeki testereyi bir sanatçı edası ile kullanarak kurbanının ayak parmaklarını keserek ritüeline başlamış ve kısa zamanda ayakları parmaklar ile birlikte bedenden ayırmıştı. Ritüelin bir sonraki aşaması ise kurbanının göğüs kafesini ve karnını açmak idi. Bisturi ile çok kolay gerçekleşmişti bu aşamada. Yaptığı şey vücudu boğazın hemen altından düşey bir şekilde kesmek idi. İşlemi bitirince kesilen eti ikiye ayırmış ve iç organları dışarıya çıkartmıştı yavaşça.
Ciwan tüm olanları izlemişti. Beyni süper bilgisayarları bile kıskandıracak şekilde çalışıyordu. Bu adam kimdi; neden bu şekilde onu ve ailesini katlediyordu. Derken 2 hafta önce bıçakladığı genç aklına geldi. Bu o idi. Onu öldürdüğünden emindi ama işte şimdi roller değişmişti. Fark ettiği bir şey daha vardı. O da tüm olanlara rağmen acıyı hissetmemesi idi. Sanki boynundan aşağısının sinirleri yoktu. O sırada Timur’un ayaklarını lime lime ederken kendisi ile konuştuğunu farketti: Acının ne olduğunu daha doğrusu bedenin kesilirken neler hissettiğini anlaman için tüm çabam. Boynundan aşağısı lokal anestezi ile uyuşturuldu. Başını gövdenden ayırsam bile çok az şey hissedeceksin... Gördüklerine inanmak istemiyordu: Testere, ayak parmaklarını bir çırpıda kesmişti. Ayak tarak kemiği testerenin dişleri arasında un ufak olmuş, ayakları dilimlenmiş rosto halini almıştı. Sonra bisturinin keskin ağzı bedenine saplanmış, kesik boydan boya aşağıya doğru uzamıştı. Ciwan’ın gözleri kararmadan önce gördüğü son kare midesi ve bağırsaklarının vücudundan dışarı çıkartıldığı idi.
İşini bitiren Timur ortalığı kaplayan kesif kan kokusunu içine çekmiş ve yanında getirdiği patlayıcılara zaman ayarı yaparak bulunduğu yeri terk etmişti. Bombalar patlayıp da ortalık cehenneme döndüğünde Timur elleri cebinde havai fişek gösterisini izleyen kalabalıkların hayranlık ve coşku dolu bakışlarını saklamaya gerek görmeden terkedilmiş deponun yakınlarında bulunan tepeye çıkmış ve bir kayanın üzerinde hareketsiz duran kaya kertenkelesine son derece keyifli bir şekilde "İşte" demişti."İşte hayat bu". Arabasına doğru yürürken Timur'un konuştuğu kertenkelenin ağzında duyduklarından sonra belli belirsiz bir gülümseme yerleşmişti.

Sanma şahım herkesi sen sadıkane yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
Sadıkane belki ol bu âlemde didar olur
Yâr olur ağyar olur didar olur serdar olur
dörtlüğünü mırıldanıyordu ki karanlıklar içerisinde oturup O’nu gözleyen bir gölge gördü. Timur’a çölde kalan birinin suya olan özlemini gidermesi kadar uzun gelen bir süreçte sessizce bakıştılar gölge ile. Ansızın gölge dile geldi:
- Farkında mısın bilmem, artık sen yokmuşçasına yaşıyorsun. Etrafındaki hayata, meziyetlerine inat hapsediyorsun kendini karanlıklara, hiçliğe... Her sabah kalkıp kendince ahenkli ibadetini tekrarlıyorsun: Duş, spor, duş ve sıkı bir kahvaltı. Sonrasında ne yapıyorsun peki? Ben cevabını vereyim sana: Koskocaman bir HİÇ... Deplasman yolunda bir otobüse tıkılmış fanatiklerden farkın yok senin, üretmeden tükettiğinin farkında mısın? Söyle bana sen kimsin, nesin?
Derin bir nefes alan Timur:
- Ben dünyaya bir hediyeyim. Aynı zamanda da bir kiralık katilim
dedi ve devam etti:
- Hediyeyim; iyilerin bu dünyadan, sevdiklerinden zamansız ayrılmalarına engel oluyorum. Yani anlayacağın sevilenleri sevenlerinin yanında kalmalarını sağlıyorum. Katilim; şeytanın yanında saf tutanlarla hesaplaşıyorum. Onları bulup SUR’u onlar için hesap gününden önce üflüyorum ruhlarına. Karanlığın ele geçirdiği ruhlarınının ve diğer ruhların gerçek yüzlerini gösteriyorum onlara. Kan ve irin içindeki bedenlerinden çöplüklerden daha kötü kokan nefeslerini alıyorum. Yaz ortasında kışı yaşatıyorum ruhlarına ve bedenlerine... Sen biliyormusun ki bütün bunların insana verdiği hazzı? Bilemezsin çünkü sen BENsin. Vicdan diyorlar bazıları sana ama ben seni her zaman dediğim gibi AYAK BAĞI olarak görüyorum. Üretmediğim konusuna girme şu yaşıma kadar ürettiklerim değil beni, 7 sülalemi birden ayakta tutar. Senin ruhuma zamanında çektirdiğin azaplardan daha fazla katma değer yarattım ben... Fakat işin insani yönüne baktığında ise işte orada haklısın: Yalnızlığın pençesinde kıvranan biriyim ben. Dibi görülmeyen bir kuyuya düşüyorum rüyalarımda. Yapış yapış karanlık bir kuyu... Kısaca yapımcısından setteki ışıkçısında kadar tümü ile bana ait olan ve bilmem kaçıcı kez Emmy Ödüllerini toplayıp eve götürdüğüm bir dizide oynuyorum sanki...
- Soruyorsun ya bana sen kimsin, nesin diye al sana cevabım: Arthur Rimbaud’un dediği gibi "ben bir başkasıdır"... Düşlerinin peşine düşmeyi düşleyen ama sürekli olarak ötekiler için erteleyen bir başkasıyım artık...
Timur’un konuşması sırasında yerinden kalkan gölge O’na doğru hareket etmeye başlamış ve tam karşısına geldiğinde durmuştu. “Hayatımda bu kadar güzel bir kız görmedim buna yemin edebilirim” dedi kendi kendine Timur. Gölge O’na doğru ilerlerken şekil değiştirmiş ve çok güzel birine dönüşmüştü. Meleklerin kanatlarını andıran güzellikte ve yumuşaklıkta bir çift kolun boynuna dolandığını hissetti Timur. Şöminedeki közleri andıran dudakları öperken sırtından vücuduna giren ve göğüs kafesini zorlayan soğuk çeliğin gölgenin boynundan sırtına sarmaladığı kolları olduğunu anladığında ölen birinin nefes verişi kadar hafif bir şekile “Neden” diyebilmişti sadece. Gölgeyse Timur’un vücuduna yavaş yavaş nüfus ederken “Ayak bağın sana geri döndü” demiş ve duyabileceği en iğrenç kahkaha ile ortadan kaybolmuştu.
Timur; yıllar öncesinde bıraktığı bir şeyle, Vicdanı ile başbaşa idi artık...
Ey tanrım, beni aşkla yaraladın
Hâlâ kanamada açtığın yara…
Paul Verlaine
Ensesinden darbe alan birinin sersemliğinde; saatlerce yüzdükten sonra karaya çıkan yüzücünün bitkinliğinde idi uyandığında. Bitkin, sersemlemiş ve bir o kadar da sırılsıklamdı. Boş gözlerle etrafını kolaçan etti, önce tavan kaydı bakışları daha sonra da odasına. İçinde bir şey vardı ve huzursuz ediyordu O’nu bu şey. Gerindi, sonra da “Dün gece fazla kaçırdım galiba” diye söylendi. Duşun altına kendini attığında soğuk su kendine getirmişti. Olanları düşünüp son birkaç saati geriye sardı. Avdan dönmüş, yorgunluğunu atmak için bir rock bar a gitmiş yerel bir grubu dinlerken birkaç şişecik bira içmiş sonrasında da evine dönmüştü. Evde karanlıklar içerisinden çıkıp gelen güzel bir hatun görmüş…tü…ki………Ki’den sonrası tamamen karanlıktı. Hatun ile ne yaptıkları yada kalbindeki sızının ne olduğu hakkında bir fikrinin olup olmadığını sorsalar bir fikri olmadığını ve bir varsayım yürütemeyeceğini söyleyebilirdi ancak. Çok zorlarlarsa da “rüya” diyecekti. “Tüm bu gördüklerim basit bir rüya”… Ancak durum sandığı kadar basit değildi.
Ne dün gece içkini fazla kaçırdın ne de ben bir hayaldim. Geldim, konuştuk ve gittim. Ha bu arada eğer kalbinde bir sızı varsa olsa olsa rüya değil “Kabus” görmüşsündür. Gerçi temelde kabus da bir rüyadır, değil mi? diye fısıldayan bir ses aniden vücudundan 220 V elektrik geçmiş gibi hissetmesine neden olmuştu Timur'un.Bu ses dünkü hatunun sesi idi ama ne hikmetse sabaha kadar 1 koli sigara içmiş kadar kalın çıkıyordu. Kanının damarlarından çekildiğini hissetti sonra sanki kalbi atmıyor aksine tüm kanı kendisinde hapsetmek istiyordu. Duşun altında eski yunan tanrılarını andıran bir şekilde duruyordu. Hareketsiz ve mağrur… Ses geri gelmişti:
“Bakıyorum da beyimizin beti benzi attı. Ne oldu hiç dönmeyeceğimi mi sanmıştın? Anlamıyorum şu düşünce yapını, biliyor musun ? Sana kalsa geride bıraktıkların asla seni bulamaz ve hayatına giremez. Üzüntüyle söylüyorum ki böyle olmadığının bir kanıtıyım işte.”
Sessizlik…
“Ha bir de şu av dediğin durum var: Sen intikamını alırken o 3 kişinin geride bıraktıklarını düşündün mü hiç? Düşün bir kere geride kalanlar senin onları bulduğun gibi gelip seni de bulurlarsa. Ve parçalayıp da havaya uçurduğun üçlünün yaptıkları gibi seni tekrar öldürürlerse, sen de geri dönüp onları da mı öldüreceksin? Nereye kadar gider bu döngü?”
Çıldırtan sessiz çığlıklar…
“Bak bir anlaşma yapalım: Sen ne diyorsan yaptığına bilmiyorum ama en basitinden eylem diyelim. Sen ne yaparsan yap ama eylemlerin sırasında az da olsa bana kulak ver. Kaybın en fazla hayatın olur; ki o da kaderinde varsa gerçekleşir. Neticede hepimiz öleceğiz”
Bir çağlayanın sesi..
“Ben ölemem”
Şaşıran, donmuş bir ses…
“Ne ? Ne dedin sen?”
Kayalardan dökülen suların dinginliği…
“Ben dedim, ölemem. Sen yokken hayatımda birçok değişiklik oldu. Bir anlaşma yaptım…” demiş ve tüm olan biteni anlatmıştı Timur.
Şaşkınlık ve sessizlik…
“O halde, yapacak bir şey yok. Sen görevine yada adı her neyse devam edeceksin. Ben de Senin yardımcın olacağım.”
Ürperti ve endişe…
“Ama sen nasıl yardımcı olabilirsin ki?”
Güneşi kıskandıran sıcaklık ve huzur…
“Sen sadece görevine devam et, ben seni bulurum”
Timur ne kadar zamandan beri duşta olduğunu bilmiyordu. Konuşmalar beyninde tekrar ediyordu. Hızlı bir şekilde duşunu bitirdi, giyinip kendini sokağa attı. Nereye gittiğini ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu ta ki o olayı görene kadar:
Hamile bir kadın sabah yürüyüşü yapmak üzere eşiyle erkenden sahil yoluna inmek istemiş ve yaya geçidinden karşıya geçmeğe çalışmıştı. Ama sadece çalışmıştı, başarabilecekti belki de. Azrail gibi ortaya çıkan son model X5 olmasa idi tabii. Kırmızı ışıkta durmaya tenezzül etmemiş bir insancığın kullandığı araç kadına çarpmış, çarpmanın şiddetinden dolayı havalanan vücut; kafa üstü asfalta çakılmış ardından da ilk seferini yapmak üzere son sürat durağına doğru giden belediye otobüsünün altında parçalanmıştı. Sonuç sinir krizine girmiş bir eş, duran trafik, şoktaki belediye şoförü ve tüm bunlara şahit olan Timur. Kendine gelen Timur elinden geldiği kadar hızlı bir şekilde yerde yatan kurbana doğru koşmuş ve diz üstü yerdeki kan gölünün tam ortasına çökmüştü. Garip bir şekilde de olsa bile bu vaka O’na ortaokulda yaşadığı olayı hatırlatmıştı. Anılarından kendini kurtararak bir şeyler mırıldanmaya başladı:
Ölüm önümde bugün;
hasta bir adamın iyileşmesi gibi,
hastalıktan sonra bir bahçede gezmek gibi…
Ölüm önümde bugün;
mürr'ün kokusu gibi,
iyi bir rüzgarda bir yelkenlide olmak gibi…
Ölüm önümde bugün;
akıntının rotası gibi,
savaş kalesinden evine dönen bir adam gibi…
Ölüm önümde bugün;
yıllara esir olan birinin evine olan hasreti gibi...
O fısıldadıkça yerdeki kan gölü ve ceset parçaları hareket ediyor, helezonlar çizerek bir araya geliyor ve O’na doğru ilerliyorlardı. O’nun önüne geldiklerinde cıva kıvamında idiler. Parçaları bir araya toplayan ve bir ceset kadar sesiz olan dizlerinin üzerindeki Timur yere doğru eğilmiş bir nevi cenin pozisyonu almıştı. Bir arada bulunan kan ve ceset parçalarından önce bebek oluşmuş fetûs halini almış ve annesinin rahmine yerleşmişti. Anne ise kazadan önceki düşünceleri ile Timur’un kollarında yatmakta idi. Gözlerini açtı konuşmasına izin vermeden Timur elini kadının alnına koydu. Diğer eli de kadının eşinin alnında idi. Bu garip üçlünün çevresi ile bir bağlantısı yoktu sanki…
Gerçek…

Olaya şahit olanlar ambulans ve trafiği arayamadan Timur olay yerinde ışınlanmış gibi birden belirmiş ve bir anda çevreyi gündüz olmasına rağmen aydınlatan bir yeşil ışığın parladığı bir küreye hapsetmişti. Kazazedeyi, eşi ve belediye otobüsünü.
Kürenin içi…

Timur sayılı zamanının olduğunun farkında idi. Bir an önce kazazede, eş ve belediye otobüsünün şoförünün beyinlerindeki olaya ilişkin anıları sildi. Otobüste de gerekli temizliği gerçekleştirdi. Ve aracı sürücüsü ile birlikte garajına ışınladı. Böylelikle ilk aşamayı bitirmiş oluyordu. İkinci aşamada küreyi büyüttü ve bir kilometrekarelik alanda bu olaya şahit olanların beyinlerini de sildi. Geriye bir tek X5’i ve sürücüsünü bulmak kalıyordu ki bu daha sonraki işti. Şimdi bir randevusu vardı. Geç kalmamalı idi uzun zamandan beri görüşmüyordu O’nunla ve kızdırmaya da gelmezdi. Gerçi yeterince kızacaktı. Çünkü bundan sonra yanında teoride de olsa bile bir yardımcısı olacaktı…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR GÖLGE OLSANIZ; NEYİN GÖLGESİ OLUR, NEYİN ÜZERİNE DÜŞMEK İSTERDİNİZ?

Sorduğum tek soru bu idi. Binlerce kilometre, onlarca yıl sonra vardığımız gezegende karşılaştığımız yaşam formundan dudakları aralanmadan aldığım cevap: Kişisel olacak söylediklerim ve hatta hiç değerlendirmeye bile almayacaksınız diyeceklerimi. olmuş devamında da bende şok etkisi yaratan bir diyaloğa girmiştik bizden görünüş itibarı ile bir farkı olmayan aksine dünyanın kavurucu iklimine karşı oluşturmaya çabaladığımız korunaklı herhangi bir şehrinde kalabalığın arasına çok kolay karışabilecek görünüşe sahip yaşam formu ile. –konuşmayı yazıya dökerken kendime not> yaşam formu yerine bundan sonra Evrenin Bilinci demem daha doğru olacak sanırım.      Sizler, o mavi gezegende yaşayan akıllı varlıklar ki bazı hayvan formları siz insanoğlunun kimi örneklerinden daha akıllı durmaktalar; “ Dünya ” adını verdiğiniz o güzel gezegeni hak ettiğinizi düşünüyor musunuz? Kendisine yaptığınız tüm işkenceye rağmen halen daha size barınak olan Dünyayı hak edecek neler yapıyorsunuz?

Devil Cry

Dilim damağıma yapışmış bir halde uyanıyorum. Dışarısı aydınlık, gözüm saate takılıyor her zamanki gibi akreple yelkovan hareketsizler. Yataktan kalkıyorum aynanın önüne geçiyorum suretim bana ait değil. Pencereden bakıyorum tüm hayat olanca hızıyla devam ediyor. Öğrenciler okullarında, ebeveynleri evlerinde ya da işyerlerinde. Aşıklar parklarda, sahil boylarında veya bir sinemanın salonunda dışarıdaki boğucu havadan uzakta. Herkes, her şey tüm kâinat olması gerektiği yerde; ben hariç. Zihnim dalıp gidiyor, bu gezegene sürüldüğüm zamana. Oysa o zamana kadar ne kadar da kudretli idim. Ta ki O âdemoğlunu yaratana kadar…   Daha dün gibi; dünya denilen gezegen yaratılmış, yaşam tüm canlılığıyla çağlayan misali bu yeni gezegende çağıldıyorlardı. Bizler istediğimiz gibi cennetin küçük kopyası olan bu gezegene gelebiliyorduk. Sadece dilememiz yeterli oluyordu. İnsan denilen bir tür daha yaratılmıştı ama bizden farklı olduğu için cennette O’nun yakınında ve gözetiminde tutuluyorlardı. Bizleri

Kazanımlar kayıplara meydan vermemelidir

Belirsiz bir zaman dilimi. Ülke: Türkiye, Yer: Eski başkent Ankara’da bir tv kanalı ve o kanalda yayınlanan ve “enva-i akval” isimli bir tartışma programı. Konuklar: Harem ve selamlık düzende oturan insanlar ve rejimi onların yıkıcı hareketlerinden, fikirlerinden korumak amacıyla kurulmuş kolluk kuvvetleri. Programın sunumunu ve konukların yargılamasını ekranların en popüler siması abdûlmuttalîp hoca efendi (!) yapmakta. Abdûlmuttalîp hoca efendi aynı zamanda sık sık ağlamasıyla da meşhur bir zat. Peki, neler dile getirilmekte programda? Konuşulanlara kulak verelim isterseniz: — Günahkârların yıkılmamış son eserlerini yıkmak amacı ile ekibimle beraber kafirtepede dolanırken o uğursuz mekâna girdiğimi hatırlıyorum. Bunu neden yaptığımı bilemiyorum neticede bu işi yapabilecek robot srn6 varken hem kendimi hem de ekibimi tehlikeye atıyordum. Kafam karışık bir halde bende mi bir gariplik var yoksa bulunduğum yerde mi karar vermek zor diye dolanırken anlatacağım olaylar meydana geldi. As